31 Mayıs 2017 Çarşamba

Kalbimin Ses Telleri


“Yeni bir başlangıç... Yeni bir dünya... Yeni bir ülke... Denemeyi düşünmediğin, bana göre değil dediklerin... Mümkün! Özür dile artık... Kendini affet! Bilerek çok hata yaptın. Yine yapacaksın. Sakınma kendini. Giden gitti! Kırılan kırıldı! Hâlâ parçaları toplamakla uğraşma! Eline her cam battığında ‘acaba ondan mı?’ diye düşünme...”

Kadın olmak, bir anne, eş ya da sevgili olmak, çalışan kadın olmak… Peki ya o kadının duyguları, ihtirasları… Yüreğini parça parça eden kalp kırıklıkları... Yaşadıkları ve ona yaşatılanlar…

Özge Uzun “kadın olmayı” öyle duru ve samimi bir dille anlatıyor ki kalbinin ses tellerinden akan melodiyle kulak vermemeniz imkânsız… Kendinizden, hayatınızdan o kadar çok şey bulacaksınız ki bu kitapta… Kalbinizin ses telleri ince ince titreyecek…

Arka Kapak Yazısı:

“Ben kalbimin ses tellerini aldıramam, aldıramıyorum, aldırmak da istemiyorum… Ki o kalbin sesi çoğunlukla kısılsa da, kırılsa da ve hatta çatlasa da... O sesler çoğu zaman acı bir türkü olup akıyor kalbimden. Olsun! Çünkü o acı türkünün peşi sıra kahkahalar atan, halaya duran seslerim de var benim. Neşeye bulanmış, ha bazen gözyaşı ile yıkanmış ama gülerek söylenen şarkılarım var benim. Bizi daha da güzelleştiren şarkılarımız. Peki ya siz? Kalbinizin ses tellerinden çıkan melodileri duyabiliyor musunuz?”

Özge Uzun yeni kitabı Kalbimin Ses Telleri ile size bir kadını anlatacak. Bu kadın evli de olsa, aşklı ya da aşksız, çocuklu veya çocuksuz, mutlu veya mutsuz da olsa herkesin içinde taşıdığı o hem çoklu hem saklı kimliğiyle, tüm duygularıyla bir bütün olarak var hayatta… Yapmaz, yapamaz, olmaz, olamazlar değil Özge’nin kalbinin ses tellerinden akanlar; olanlar ve yaşananlar sadece… Saklamadan, önyargı cehennemine taş atmaktan korkmadan…

Kalbinizin ses telleri titrese de okumaktan korkmayın…

“Özge Uzun, biz erkekler tarafından pek sevilmeyecek bir kitap yazmış. Sakin, duru, özenli ve eğlenceli bir dili var ama cümlelerinin gücü suratınıza attığı sağlı sollu tokatların izini yıllarca orada tutacak kadar etkili. Erkek olarak üzerinizde bir acizlik hissi bırakıyor ve üzüyor da elbette, hakikaten ne gerek var bu haltları yemeye diyorsun içten içe... Kalbinin ses telleri ile bize duyurmaya çalıştıklarına kulak vermemek elde değil. Seven kadınların sesi ile biraz keyif kaçıran ama sonuna kadar haklı bir soruyu biz erkeklere hınzırca ve usulca fısıldıyor: ‘İnsan olun yahu, çok mu zor?’ Bir kitap hayatımızı değiştirmeye yetmeyebilir, ama bir yerden başlamak için harika bir önerim var, bu kitabı erkeklere okutun…”

– Can Yılmaz



Özge Uzun, Kalbimin Ses Telleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2017

Sayfa Sayısı: 152

Aşk Seni Bulur

Kendinizden çok şey bulacağınız bir öykü… Aşk Seni Bulur

“Herkesin hayatla başa çıkma yöntemi kendine hastır. Kimi uyur geçer. Kimi geçince uyur. Kimi gider. Kimi konuşur. Kimi ağlar. Kimi kırar döker. Kimi yaralar. Kimi kendini yaralar. Ben yazarım… Yazdıkça geçti. Geçtikçe yazdım. Gittim de… Çok gittim. Saymadım ama onlarca ülke gezdim. En çok ise kendime gittim.”

Başarılı bir ekonomi gazetecisi ve yazar olan Demet Cengiz bugüne dek profesyonel yaşamında önemli röportajlara imza attı. Donald Trump’ı bile sorguya çekmiş bir kadın o. Yaşama dair kalem oynatmışlığı da var ama bu kez kendisi başrolde.

Yaptığı iş seyahatlerinden yaşadığı aşka kadar her şeyi tüm samimiyetiyle anlatıyor. “Hangi erkeklerle olmaz”ın uzunca bir listesini yapıyor. Aşkı bulamadınız mı, dert etmeyin! Demet Cengiz yalnızlığın da pek çok iyi yanı olduğunu hatırlatıyor. Misal gece yanınızda horlayan kimse olmaz. Siz horlasanız şikâyet edecek kimse yok. Televizyon kumandasının hâkimi siz olursunuz. Klozetin oturağı kaldırılmış mı, indirilmiş mi sorun olmaz. Kısacası keyfinizin kâhyası olursunuz.

Ama unutmayın hayat tatlı sürprizlerle dolu… Bir gün aşk sizi de bulur!..

Arka kapak:

40 yaşında, yalnız ve 14 Şubat’ta doğmuş bir kadın olmak… Kamyon çarpsa daha mı iyi? Kadınlar için 35’ten sonra gonk çalıyor ve hayatın, aşkın, yuva kurmanın, çocuk yapmanın devri kapanıyor mu? Başlarına meteor düşme ihtimali aşkı bulmaktan daha mı yüksek?

Demet Cengiz diyor ki: “Hayır, yok öyle bir şey. Bir kere piyasa şartları öyle değil. Daha ilk girişimini yapamamışlar gibi, ilk girişimleri başarısızlıkla sonuçlanan ve ikinci tura dönmeye hazırlananlar var pazarda. Hatta üçüncü, dördüncü tura...”

Bir kızı bin kişi ister ve belki bir tanesi bile alamaz! Tabii ki burada kalmıyor… Demet, size bir de hangi erkeklerle “olmaz”ın uzunca bir listesini yapıyor. Mesela, “Çok selfie çeken adamla olmaz!”

Sahnede başarılı bir ekonomi gazetecisi ve yazar var. Büyük patronlarla ciddi ciddi röportajlar yapıyor. Donald Trump’ı bile sorguya çekmiş. Yaşama dair kalem oynatıyor. Arkada ise acemi ve aceleci bir kadın, SitCom’un başrolünde. Kapıyı açıyor karşısında iki adam ve bir yatak!.. Kendi hayatında tökezliyor. Bu kitapta gerçeği sadece gerçeği anlatıyor.

Aşk Seni Bulur’u okurken, bir kadının Tokyo’dan Paris’e uzanan iş seyahatlerinde yaşadığı aşk macerasından tutun da mantralarla şifa bulup meditasyonlar derken dünyayla kurduğu bağın sonunda kuş olup uçmasına şahit olacaksınız…

Demet Cengiz, Aşk Seni Bulur, Sayfa6, İstanbul, 2017

Sayfa Sayısı: 272

29 Mayıs 2017 Pazartesi

FOTOĞRAF SANATININ 170 YILLIK İLK ÖRNEKLERİ

Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, geçmişe ışık tutan bir önemli sergiye daha ev sahipliği yapıyor. Fotoğrafın 1839 yılındaki icadının ardından, dünyanın önde gelen fotoğraf sanatçıları tarafından Osmanlı coğrafyası ile dönemin Doğu Akdeniz metropollerinde çekilmiş ve fotoğraf sanatının ilk örnekleri olarak gösterilen nadide eserler “Gümüşten Suretler, Ömer M. Koç Koleksiyonundan Erken Dönem Fotoğraflar 1843-1860” sergisinde ziyaretçilerle buluşuyor. Minyatür tarzda yapılmış 8 adet portre, 46 adet fotoğraf ve 11 adet albüm yanında fotoğraf tarihi ile ilgili 19. yüzyıla ait kitaplar, teknik malzemeler ve Rahmi M. Koç Müzesi koleksiyonuna ait 2 adet fotoğraf makinası da sergide ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor. Fotoğraf tarihinin en önemli evresi olarak kabul edilen 1843-1860 dönemine ait eserlerin ilk kez bir arada gösterildiği sergi 10 Ekim 2017 tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

14 Ekim 1980 tarihinde Türkiye’nin ilk özel müzesi olarak ziyarete açılan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, fotoğraf sanatının ilk örneklerini gün yüzüne çıkarıyor. Küratörlüğünü Bahattin Öztuncay’ın yaptığı “Gümüşten Suretler, Ömer M. Koç Koleksiyonundan Erken Dönem Fotoğraflar 1843-1860” sergisi 25 Mayıs itibarıyla kapılarını açtı.

Fotoğrafın 1839 yılındaki icadının ardından, fotoğraf sanatının ‘taş devri’ olarak nitelendirilen 1843-1860 yılları arasında, bu sanatın cazibe merkezi olarak kabul edilen Osmanlı coğrafyası ve Doğu Akdeniz metropollerinde seyahat fotoğrafçılığının önde gelen isimlerinden Girault de Prangey, Maxime Du Camp, Francis Frith, Roger Fenton ve yerleşik düzende faaliyet gösteren Carlo Naya, James Robertson ve Ernest de Caranza tarafından çekilmiş 46 adet fotoğraf ve 11 adet albüm sergide ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor. İstanbul’un yanı sıra, Atina’dan İskenderiye’ye, Kahire’den Luksor Harabeleri’ne, Kudüs’ten Şam’a kadar, bu yörelerdeki mimari yapıları, arkeolojik eserleri ve günlük yaşamı belgeleyen çekimler, fotoğraf sanatının geçmişine de ışık tutuyor. Ayrıca minyatür tarzda yapılmış 8 adet portre ile fotoğraf tarihiyle ilgili 19. yüzyıla ait kitaplar, teknik malzemeler ve Rahmi M. Koç Müzesi koleksiyonuna ait 2 adet fotoğraf makinası da sergide görülecek eserler arasında yer alıyor.

Fransız sanatçı Girault de Prangey’in çekimiyle Zeus Tapınağı…

Büyük bir buluş olarak kabul edilen ve fotoğraf tekniğinin pratikte kullanılabilen ilk yöntemi olan ‘dagereotip’ tekniğinde elde edilmiş görüntüler serginin ana temasını oluşturuyor. Fransız sanatçı Joseph-Philibert Girault de Prangey’in İstanbul ve Batı Anadolu’daki seyahatlerine ait birbirinden etkileyici dagereotiplerden günümüze ulaşmış çok az sayıdaki örnek sergide önemli bir yer tutuyor. Milas yakınlarındaki Euromos Antik Kenti’nde bulunan Zeus Tapınağı ile Afrodisias’da iki katlı bir ahşap konağın gümüş ve buz mavisi renk tonları arasında gidip gelen kaydı, söz konusu dönemden günümüze kalan en etkileyici örnekler olarak öne çıkıyor.

Aynı şekilde, 19. yüzyılın ortalarında İstanbul’da profesyonel anlamda faaliyet göstermiş en önemli dagereotip stüdyolarından birine sahip, İtalyan asıllı Carlo ve Giovanni Naya kardeşlerin eserleri de serginin dikkat çekenleri arasında yer alıyor. Naya Kardeşler tarafından İstanbul’da çekildiği saptanan ve günümüze kadar kaydedilebilen sadece üç dagereotip portre bulunurken, bu eserlerden ikisi Sadberk Hanım Müzesi’nde sergileniyor. Söz konusu eserlerden biri, Osmanlı resim sanatının büyük ustası Osman Hamdi Bey’i, diğeri ise onun babası, dönemin Mabeyn-i Hümayun Feriki İbrahim Edhem Paşa’yı gösteriyor.

10 Ekim 2017 tarihine kadar ziyaret edilebilecek

Sergide yer alan eserlerin ayrıntılı olarak tanıtıldığı katalog, aynı zamanda serginin küratörlüğünü de üstlenen Bahattin Öztuncay tarafından hazırlandı. “Gümüşten Suretler: Ömer M. Koç Koleksiyonundan Erken Dönem Fotoğraflar: 1843-60” sergisi 10 Ekim 2017 tarihine kadar Çarşamba günleri hariç her gün 10:00 - 17:00 saatleri arasında ziyaretçilerini ağırlayacak.

Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi Hakkında

14 Ekim 1980 tarihinde Türkiye’nin ilk özel müzesi olarak ziyarete açılan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi kuruluşunda yaklaşık 3 bin esere sahipken bugün 20 bini aşkın eser sayısı ile kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarılması ve toplumun bilimsel ve eğitsel gelişimine katkıda bulunması göreviyle çalışmalarını sürdürmektedir. M.Ö. 6. bin yıllarından Bizans dönemi sonuna kadar Anadolu’da yaşayan uygarlıkların maddi kültür kalıntılarını yansıtan arkeolojik eserler Sevgi Gönül Binası’nda yer alan Arkeoloji bölümünde, Osmanlı ağırlıklı İslâm eserleri, Osmanlılar için yapılmış Avrupa, Uzak ve Yakın Doğu eserleri ile Osmanlı dönemi dokumaları, kıyafetleri ve işlemeleri ise Azaryan Yalısı’nda sergilenmektedir.

Love at First Bite Night



Dünya’nın 1 numaralı mayonezi* ve lezzeti zirveye çıkaran soslarıyla Hellmann’s, Dünya Burger Günü yaklaşırken sektörün önde gelenleri, Unilever üst düzey yöneticileri ve basın mensupları ile birlikte İstanbul’un sevilen ve şık mekanlarından İstanbul Raffles Hotel Rocca Restaurant’ta burger temalı muhteşem bir geceye imza attı.

Yeme-içme sektörünün keyifli ve bol lezzetli bir gece geçirdiği Love at First Bite Night’da tüm gece boyunca Hellmann’s soslarıyla pek çok farklı çeşit burger servis edildi.

Gece, aynı zamanda ev dışı tüketimde büyük başarı yakalayan Hellmann’s soslarının artık evlerde de tüketileceğinin müjdesini vermesi açısından büyük önem taşıyor. Nisan ayı itibari ile Hellmann’s sosları marketlerdeki yerini aldı ve evlerde de lezzet düşkünleri ile buluşmaya başladı.

Gecede gerçekleşen “Sauce LAB” bölümünde ise, ünlü şef Maksut Aşkar davetlilere renkli bir şov ve sos tadımı yaptı. Hellmann’s’ın sevilen soslarına farklı malzemelerle kendi yorumunu katarak 5 farklı yaratıcı sos hazırlayan ünlü şef, evde de kolaylıkla yapılacak bu sos tariflerini ve sırlarını davetliler ile paylaştı.

Dünya çapında büyük bir trend haline gelen ‘ Rainbow Burger’ lezzeti de, Türkiye’de ilk defa Unilever Executive Şefi Yasemin Ataman’ın dokunuşuyla bu özel gecede gelenlere görselliği zengin, şaşırtıcı ve lezzetli bir burger deneyimi yaşattı.

Hellmann’s’ın nefis soslarıyla keyifli bir geceye dönüşen Love at First Bite Night’da, burger tutkunları için sürpriz olarak hazırlanan ‘Sen Burger!’ köşesinde davetlilerin fotoğrafları özel bir 3D printer ile burger köftelerinin üzerine çizildi ve neşeli anlar yaşandı. Love at First Bite Night’da tüm burger severler keyifli ve bol lezzetli bir gece geçirdi.

Hellmann’s markasının en büyük buluşması, geçtiğimiz sene 2500 kişinin katılımı ile büyük ses getiren Hellmann’s Burger Fest, bu sene de Ekim ayının ilk haftasında Zorlu Center’da gerçekleşecek. Bu seneki Hellmann’s Burger Fest’te çok daha farklı çeşitte burger ve çok daha renkli bir içerik burger severleri bekliyor.

25 Mayıs 2017 Perşembe

Mutlu olmanın 201 yolu

Son yıllarda önemi giderek daha çok anlaşılan “pozitif psikoloji” bireylerin olumsuz, eksik ve sorunlu yönlerinden çok olumlu özelliklerine, güçlü yanlarına ve erdemlerine odaklanan bir yaklaşım olarak dikkat çekiyor. Üsküdar Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan “201 Pozitif Psikoloji Uygulamaları– Bireyler ve Toplumlarda İyi Oluşu Geliştirmek İçin” isimli kitap pozitif psikoloji uygulamalarından örnekler sunuyor.

Hollandalı Klinik Psikolog ve Uyuşmazlık Çözümü Uzmanı Dr. Fredrike Bannink tarafından kaleme alınan kitap, hayatta karşılaştığımız zorluklarla başa çıkabilmenin en iyi yollarını göstermede rehberlik yapıyor. Kitapta tavsiye edilen egzersizlerle her gün hayatımızda olan ama sıradanlıktan dolayı artık farkına varamadığımız faydalara dikkat çekiliyor.

İnsan ömrünün, zamanla sınırlı değerli bir sermaye olduğunu hatırlatan kitap, maksimum fayda sağlama ve yaşamı mutlu geçirmenin yollarını anlatıyor. Etrafımızdakiler için hissettiğimiz olumlu duyguları derinlemesine düşünerek, en yakınımızdan başlayarak en uzakta bulunan canlılara kadar şefkati yaymanın mutluluğu öğretiliyor.

Dr. Fredrike Bannink, bizim kültürümüzde de olan merhamet, şefkat, hüsnü zan gibi kavramların güncel hayatta pratik uygulamalarına dair metotları tespit edip okuyucusuna sunuyor. Böylece teoride kalan kavramların hayata indirgenebileceğini gösteriyor.

İnsan hayatındaki güzellikleri artırmak ve hayata anlam katmak için insanın yapısına (fıtratına) doğru yatırımı yapma, güzel ahlakı davranışlara oturtma ve davranışlarda refleks haline getirebilmenin yöntemlerini öğretiyor.

Başkalarını mutlu ederek insanın kendisini mutlu etmenin yollarını gösteren yazar, şükran duymaya sebep olan insanın gördükleri, duydukları, hissettikleri, kokladıkları ve tattıkları araçların farkına varma yollarını gösteriyor.

İyimser olma, farkındalık, güzel bir gelecek hayal etme, zamana değer verme, hedef belirleme, hayatın anlamını bulma, güçlü özelliklerini keşfetme gibi yöntemleri gündeme getiren kitap huzurlu ve mutlu yaşamın sırlarını okuyucularla paylaşıyor.

Üsküdar Üniversitesi Yayınlarının 6’ıncı çalışması olan kitap Esra Kökkılıç tarafından Türkçe’ye çevrildi. Kitabın editörlüğünü Fatma Özten yaptı. Kapak-İç Tasarımı Muhammet Uzun’a ait kitap, raflardaki yerini aldı.

Marc Guggenheim’dan GÖZCÜ


Marc Guggenheim, kelimenin tam anlamıyla üretken bir yazar. Popülerliğini borçlu olduğu alan ise dizi ve çizgi roman senaristliği. Guggenheim’ın senaristleri arasında yer aldığı, kimini sadece kendisinin yazdığı dizilerin birçoğu bolca ödüllü ve rating rekortmeni. Bunlardan bazıları CSI: Miami, Arrow, The Practice, Law & Order, In Justice, Jack & Bobby, Eli Stone, Brothers & Sisters ve Percy Jackson: Sea of Monsters.

Guggenhiem aynı zamanda Amazing Spider-Man, Young X-Men, Supreme Power, Superman/Batman, The Flash, Blade, Wolverine, Super Zombies ve Galactica 1980 gibi çizgi romanların senaristleri içinde yer alıyor.

Stephen King’in kısa hikâyesi N.’nin çizgi roman adaptasyonunu yapan, Green Lantern (2011) ile film senaristliğine de el atan Marc Guggenheim, bir casusluk romanı olan Gözcü ile farklı bir türdeki ilk çalışmasını da okuyucuların beğenisine sunuyor.

Gözcü genel anlamda bir istihbarat romanı. Gerilim ve polisiye severleri cezbedecek akıcı bir üslup ve nitelikli bir içeriğe sahip. Kitabın kahramanı Alex, ABD başkanlarından birinin Beyaz Saray Büro Şefliği, diğerinin Baş Hukuk Müşavirliği görevini yapmış üst düzey bir bürokratın oğlu. Hikâyenin eksenlerinden birini oluşturacak şekilde Alex, kendi yetenekleriyle bir şeyler başarmak ve babasının gölgesinden kurtulmak istiyor. CIA Hukuk Departmanı’nda işe başlaması kendi liyakati sayesinde olsa bile. İşe başlar başlamaz görevlendirildiği basit bir davadaki ayrıntının peşine düşüp, yetkilerini aşarak giriştiği araştırma sonucunda, İran Dini Lideri’nin hayatına mal olacak olayların düğümünü ardı arkasına çözüyor. Asıl amacı İran ve İsrail arasında bir savaş çıkarmak olduğu ortaya çıkan tezgâhın deşifre olmasıyla Teşkilat’ın tarihinin baştan yazılmasını gerektiren sırlar da ifşa oluyor. Hayatta kalmasını sağlayan sadece yetenekleri değil, babasıyla ilişkisinin düzelmesini içtenlikle isteyen sevgilisi.

Kitap hakkındaki tanıtım ve kritiklerden bazıları şöyle:

Guggenheim’ın bu yüksek enerjili ilk gerilim romanında, babası Başkan danışmanlığı gibi Washington’da önemli bir yere sahip olan tecrübesiz CIA avukatı olarak Alex Garnett adında esaslı bir karakter yaratıyor. Garnett, CIA çalışanlarından birinin boşanmasıyla ilgili önemsiz bir davaya bakarken, İran’ın istikrarsızlaştırılması ve İsrail ile nükleer bir savaşa sürüklenmesi için tezgahlanan şüphelerle dolu bir planla karşı karşıya kalır. Genç CIA avukatı, neyin içine çekildiğini anlamadan önce, boşanma davası ile ilgili üç kişi esrarengiz bir şekilde öldürülür. Artık bu cinayetlere o da bulaşmıştır ve hedeftekilerden biri olmuştur. Garnett, Amerikan Başkanı’nın bile göremeyeceği kadar karanlık bir noktada yer alan Gözcü’nün menziline girmiştir. Önce avukatlık daha sonra da TV metin yazarlığı yapan Guggenheim, tahmin edilebilir bazı diyaloglar ve formüllerin arasında dolaşırken, babasının gölgesinden sıyrılmak için yanıp tutuşan Garnett, haksızlığa tahammül edemeyen okurlara cazip gelecektir. Publishers Weekly

Yıllardır, avukatları anlatabilmek için (‘ruh emiciler’, ‘başkalarının sırtından geçinenler’ gibi) birçok sıfat kullandım. Şimdi, Marc Guggenheim’ım ilk romanı sayesinde, listeye yeni bir sıfat ekleyebiliyorum: Kötülük düşkünü. Gözcü, beyni hukuk gerilimi olan, aksiyon filmleri ve 70’lerdeki komplo teorilerinin yakıcı paranoyasıyla testosteron salgılatan, zekice kurgulanmış bir kitap. Alex Garnett’in artık en sevdiğim kahramanlardan biri olduğu kesin, ayrıca Guggenheim’ın, sadece yaptıklarından dolayı korkutucu olmakla kalmayan aynı zamanda gerçek hayatta şu anda Washington’da yaşayan biri olabileceği evhamını hissettiren bir cani karakteri de yarattığını görüyoruz. – Duane Swierczynski, Nokta ve Ateş’in (Point and Shoot) yazarı

Guggenheim, casusluk-gerilim türünün bildik unsurlarını almış, yüksek ısıda karıştırmış ve ortaya eğlenceli bir oyun çıkarmış. Alışılagelmiş bir hikaye şaşırtıcı ve ürkütücü hale getirilmiş; kan dökme merakı, başkanın bile haberdar olmadığı gizli karanlık operasyonlar yürüten devlet örgütü; Macallan malt viskisini yudumlayarak gizli örgütü yöneten serinkanlı ama çılgın üst düzey devlet görevlisi; ve kahramanımızı bilgilendirmek için devletin internet sitelerine sızan acayip bilgisayar uzmanı. Ve iki Orta Doğu ülkesini nükleer savaşa çekmek için manşetlerden çıkarılan entrika hikayeleri. Alex Garnett CIA’deki işine bileğinin hakkıyla alınmamıştı. Mesafeli ama iyi bağlantıları olan babası sayesinde oradaydı. Cinayetler, patlamalar, kavgalar ve tuzaklar: Yerine oturmuş parçaların üzerine babasının karaltısı düşüyordu. Bir malzemenin burada neden eksik olduğu şu şekilde açıklanabilir gibi görünüyor: Bir kadının müphem sadakatinin muhteşem etkisi. Alex’in bir sevgilisi var, ama işler tehlikeli hale gelince kadın onu bırakıyor ve duygusal sonla karşılaşıyoruz. Türün bilinen kalıpları, bazı beklenmedik gelişmelerin verdiği heyecanla daha da güzel hale getirilmiş. Don Crinklaw / Booklist

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Sabahattin Ali 110 Yaşında

Zorlu Performans Sanatları Merkezi, ‘Vestel Gururla Yerli Konserleri’ kapsamında, Atlantis Yapım işbirliğiyle, yerli müzik sahnesinin önemli isimlerini ağırlamaya devam ediyor. 24 Mayıs'ta Türk edebiyatının en saygın yazarlarından Aysun ve Ali Kocatepe’nin Sabahattin Ali'nin anısına gerçekleştireceği, ‘Sabahattin Ali 110 Yaşında’ konserine ev sahipliği yapacak Zorlu PSM’nin Drama Sahnesi’nde gerçekleşecek olan bu özel konserde Edip Akbayram, Zara ve Koray Avcı da konuk sanatçı olarak müzikseverlerle buluşacak.

Aysun Kocatepe ve Ali Kocatepe’nin bu yıl hayata geçirdiği “Sabahattin Ali 110 Yaşında” konser serisinin gala gecesi Vestel Gururla Yerli Konserleri kapsamında 24 Mayıs’ta Zorlu PSM Drama Sahnesi’nde gerçekleşecek. ‘Kuyucaklı Yusuf’, ‘İçimizdeki Şeytan’ ve ‘Kürk Mantolu Madonna’ romanlarının yanı sıra ‘Değirmen’ gibi günümüze kadar ulaşmış öyküleri, şiirleri ve ‘Esirler’ adlı oyunu Türk edebiyatına armağan etmiş Sabahattin Ali’nin bir çok şiiri bugüne kadar birçok besteci tarafından şarkı haline getirildi. Sabahattin Ali’nin şiirlerini en çok besteleyen sanatçılardan biri olan Ali Kocatepe’nin, değerli yazarın dizeleri üzerine bestelediği ‘Ben Sana Vurgunum’, ‘Melankoli’, ‘Çocuklar Gibi’, ‘Meskenim Dağlar’, ‘Geçmiyor Günler’, ‘Çakır’, ‘Benimsin Diyemediğim’ ve ‘Yaşamak’ isimli şarkılar, çeşitli albümlerde, Ali Kocatepe’nin yanı sıra Nükhet Duru, Sezen Aksu, Aysun Kocatepe, Modern Folk Üçlüsü, Mahsun Kırmızıgül, Kubat, Korhan Futacı, Işın Karaca gibi birçok sanatçı tarafından yorumlandı.

Aysun ve Ali Kocatepe’nin bu yıl hayata geçirdiği “Sabahattin Ali 110 Yaşında” konserlerinin, 24 Mayıs’ta Vestel Gururla Yerli Konserleri kapsamında Zorlu PSM’de gerçekleşecek olan konserde, Edip Akbayram, Zara ve Koray Avcı da bu özel konserin konuğu olarak sahne alacak.

Aysun ve Ali Kocatepe’nin çok özel şarkılardan bir repertuvar hazırladığı ve ikiliye Grup Rapsodi’nin eşlik edeceği gecenin biletlerine www.biletix.com , www.zorlupsm.com siteleri ile Zorlu PSM gişelerinden ulaşılıyor.

'Sabahattin Ali 110 Yaşında' Aysun ve Ali Kocatepe Konseri 24 Mayıs // Drama Sahnesi

Konuk Sanatçılar: Edip Akbayram – Zara – Koray Avcı  Saat: 21:00

Bilet Fiyatları: 1.kategori – 90,00 TL 2.kategori-70,00 TL *Öğrenci biletleri %20 indirimlidir.

Beyoğlu Gastronomi Festivali

Beyoğlu Belediyesi’nin düzenlediği Beyoğlu Gastronomi Festivali kapsamında Türk ve dünya mutfağından farklı lezzetler 23-25 Mayıs tarihleri arasında Taksim Meydanı’ndaki etkinlik alanında olacak.
Açılış etkinliğinde Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve Sahrap Soysal birlikte yemek yaparak sohbet edecekler. Endonezya ve Kore gibi farklı ülke mutfaklarının yer alacağı festival kapsamında Ömür Akkor, Çiğdem Seferoğlu, Fikret Özdemir, Hakan Doğan, Deniz Orhun, Şenol Özbay, Rafet İnce, Mehmet Yalçınkaya, Elif Korkmazel, Esat Özata, Serkan Bozkurt ve Murat Aslan gibi pek çok değerli şef bir arada olacak. Gündüz saatlerinde Beyoğlu Gastronomi Festivali’nin olacağı Taksim Meydanı akşam saatlerinde “Kültürlerarası Sanat Diyaloğu” etkinliklerine yerini bırakacak. 23-25 Mayıs’ta düzenlenecek Kültürlerarası Sanat Diyaloğu kapsamında Brezilya, Bosna Hersek, Tunus ve Malta gibi farklı ülkelerin etkinlikleri sahnede olacak.

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Merak Çağı

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, “Merak Çağı” adlı yeni kitabını okurlarıyla buluşturuyor. Richard Holmes’ün kaleminden çıkan kitap, Britanya’yı kasıp kavuran ve bilime Romantik bir ufuk açan İkinci Bilimsel Devrimi anlatıyor.

Richard Holmes Merak Çağı dediği zaman aralığını simgesel olarak, iki ünlü keşif yolculuğuyla belirliyor. Bunlar, Kaptan James Cook’un Endeavour’la dünyanın çevresini ilk kez dolaştığı yolculuk (1768) ile Charles Darwin’in Beagle’la Galapagos adalarına yaptığı yolculuktur (1831). Astronom William Herschel ve kimyager Humphry Davy bu döneme keşifleriyle damga vuruyor. Kitapta başka şahsiyetler de yer alıyor; Romantik dönemin ruhuna özgü bilimsel girişimlerden ve balon yolculuğu, keşifler, hayalet avcılığı gibi heyecanlı serüvenlere dair birçok olaydan söz ediliyor.
Romantizm genellikle bilimin düşmanı sayılır: Romantik öznellik ile bilimsel nesnellik idealleri birbiriyle bağdaşmaz bir karşıtlık olarak görülür. Durumun her zaman böyle olmadığı ya da bu terimlerin birbirini dışlamadığı görüşünde olan Richard Holmes, merak kavramının bir zamanlar öznellik ile nesnelliği birleştirdiğini savunuyor.

Richard Holmes, bilim kültürünü sürdürmemizde üç şeye gereksinim duyduğumuza dikkat çekiyor: Kişisel merak duygusu, umudun gücü, dünyanın geleceğine dair canlı ama sorgulayan bir inanç.

Richard Holmes

(Londra 1945) İngiliz yazar ve akademisyen. İngiliz ve Fransız Romantizminin önemli şahsiyetlerine ilişkin biyografik çalışmalarıyla tanınmaktadır. Somerset’teki Downside School ve Cambridge’deki Churchill College’da eğitim görmüştür. Kraliyet Edebiyat Derneği (The Royal Society of Literature) ve İngiliz Akademisi (British Academy) üyesidir. 2001-2007 yılları arasında Doğu Anglia Üniversitesi’nde ders vermiş ve Doğu Londra Üniversitesi, Kingston Üniversitesi ve Tavistock Enstitüsü’nden fahri doktora almıştır.

18 Mayıs 2017 Perşembe

Renklerin Dansı

Mimarlık alanındaki çalışmaları ile bilinen sosyete mimarı Ebru Kalgay, Nişantaşı Niş Art Sanat Galerisi’nde resim sergisi açtı. Sanatçı sergisinde aralarında suluboya, yağlıboya, akrilik, kara kalem, pastel boya, çini mürekkebi ve kolaj olmak üzere 70 resim ile 20 Ebru çalışmasını 26 Mayıs tarihine kadar sergiliyor.

Ebru Kalgay İstanbul doğumlu. Resim sanatına küçük yaşlarda kara kalem ile başladı. Ardından sulu boya ve pastelle devam ettirdi. Nişantaşı Kız Lisesi’nde okurken yağlı boyaya yöneldi. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra yüksek lisansını da aynı fakültenin Yapı Kürsüsünde yaptı. Mimarlık yaparken sanatın pek çok dalıyla ilgilendi, İTÜ’de Şadan Bezeyiş, Bakraç Sanat Galerisi’nde Alp Bartu ve Ali Candaş, Atölye Biz’de Burhan Özer gibi değerli ressamlardan eğitim aldı. Sait Günel, Hikmet Çetinkaya ve Orhan Gürel’in Workshop’larına katıldı. Füsun Arıkan’ın Ebru atölyesinde çalıştı. İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla, Bakraç Sanat Galerisi, Beşiktaş Deniz Müzesi, Füsun Arıkan Atölyesi, Akatlar Kültür Merkezi’nde sergiler açtı. Çeşitli yarışmalardan mesleki ödüller alırken, ilk olarak Mimarlar Odası İstanbul Şubesinin öğrenci yarışmasında “Sinan Ödülü 80’i kazandı. Halen kendisine ait mimarlık bürosunda mimari ve dekorasyon projelerinin yanı sıra resim çalışmalarını da yürütüyor. Sergi adresi: Niş Art Hüsrev Gerede Caddesi No: 84 Teşvikiye – İSTANBUL

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Efsane Fotoğrafçı Harold Feinstein’in Eserleri O’Art’ta

Dünyanın en önemli fotoğraf sanatçılarından biri olarak kabul edilen ve Amerika’daki günlük yaşamı en doğal, yalın ve hümanistik şekilde fotoğraflayan isim olarak bilinen Harold Feinstein’ın eserleri, 16 Mayıs – 30 Haziran tarihleri arasında “Harold Feinstein Bir Fotoğrafçının Mirası” sergisi ile Odeabank’ın sanat platformu O’Art’ta sanatseverlerle buluşuyor.

Türkiye’nin genç ve yenilikçi bankası Odeabank, İstanbul’lu sanatseverleri, dünyanın önde gelen sanatçılarıyla buluşturmaya devam ediyor. Dünyanın en önemli fotoğraf sanatçılarından biri olarak kabul edilen ve yarım asırdan uzun bir süre boyunca, Amerika’nın günlük hayatındaki değişimi en yalın haliyle fotoğraflayan isim olarak bilinen New York’lu sanatçı Harold Feinstein’ın eserleri, Coşar Kulaksız’ın küratörlüğünde Odeabank’ın sanat platformu O’Art’ta, sanatseverlerin beğenisine sunuluyor.

Fotoğraf makinesini insana yeni bir göz kazandıran ve "özgürleştiren" bir aygıt olarak gören Feinstein, Amerika’daki hayatı en doğal, yalın ve hümanistik şekilde ele aldı. O, Amerika'daki ünlüler veya şaşalı hayatla değil, günlük hayat içerisindeki sıradan insanla ilgilendi. Fotoğraflarının gücü de işte tam bu noktada, bu sıradan kişinin hayatını tüm samimiyetiyle ustaca yansıtmasıyla başlıyor.

60 yıla yayılan ve Amerika'nın simgeleşmiş oyun parkı Coney Adası'nın kesintisiz bir coşku ve hayatiyet alanı olarak samimiyetle yansıttığı eserleriyle efsaneleşerek çok sayıda ödül kazanan Feinstein’in 48 eseri, O’Art’ta 30 Haziran’a kadar izlenebilir.

SON KANIT Robert Dugoni

Tüm dünyada çok konuşulan Kardeşimin Mezarı kitabının yazarı Robert Dugoni’nin yeni romanı Son Kanıt Altın Kitaplar etiketiyle raflardaki yerini aldı.

“Akıllara durgunluk veren bir gerilim romanı. Korku öğesinin her notu büyük bir uyum içinde açılıyor. Dugoni eşsiz bir yazar.” Providence Journal

Kız kardeşinin katilinin yeniden yargılanmasının yarattığı büyük yankılar bittikten sonra, Tracy Crosswhite cinayet masasındaki görevine yeniden döner. Fakat yaşadığı acı olayların yaraları kapanmadan, bu kez hem mesleğini hem de yaşamını tehlikeye atacak bir soruşturmanın içinde bulur kendini.

Bir seri katil, Kuzey Seattle’ın ucuz motellerinde dansçı genç kızları öldürmekte ve geride hiçbir ipucu bırakmamaktadır. Tracy, onu katile ulaştıracak anahtarın eski bir soruşturma dosyasında olduğunu fark ettiğinde işi kolaylaşmak yerine daha da zorlaşacaktır; çünkü bu soruşturmayı yürütüp sonuçlandıranlar aslında birçok kanıtı da hasıraltı etmişlerdir.

Cinayetler sürerken Tracy de tehdit altındadır. Katili yakalayabilecek kanıtın peşinde, şüpheler, çelişkiler, çıkmazlarla dolu bir av sahasında her şey pamuk ipliğine bağlıdır.

IT’S CHILLER TIME SOUNDCLASH 2017


Bu yıl Türkiye’de üçüncüsü düzenlenen It’s Chiller Time SoundClash’ e amatör ve profesyonel, elektronik müziğe gönül vermiş tüm DJ’ lerin katılımı ile 600’e yakın set yüklendi. Yarışmacıların elektronik dans müziği alt yapılı setleri; kendi alanlarında uzman, birbirinden ünlü SoundClash jürileri Prodüktör ve Dj Murat Uncuoğlu, “HOUSEKEEPER” kurucusu ve DJ, Gazeteci ve DJ Oben Budak, Prodüktör ve DJ Birol Giray, Müzik Yazarı Barış Akpolat, Universal Türkiye temsilcileri Berna Özyurt ve Ayhan Ergönül ile SoundClash 2016 Dünya birincisi Cafer Kabak tarafından değerlendirildi.

Jüri elemesi ve halk oylaması sonucunda finale kalan 5 finalist 16 Mayıs’ da Suada Club’ ta gerçekleşen heyecan dolu final gecesinde Las Vegas yolcusu olmak için yarıştı. Aynı zamanda ilk 5’ e kalan finalistler bu sene ilk defa Universal Türkiye ile ortak hazırlanacak “It’s Chiller Time SoundClash 2017 Compilation” albümünde kendi hazırladıkları parçalarla yer alma şansı elde ettiler. Finalistlerin performanslarının dinlenmesinin ardından jüri üyelerinin tüm kriterleri dikkate alarak yaptıkları değerlendirme sonucunda Gökhan Bölükbaşı, It’s Chiller Time SoundClash 2017 Türkiye birincisi oldu.

Yarışmanın Türkiye birincisi olan Gökhan Bölükbaşı, Ağustos ayında Las Vegas’ta dünyaca ünlü DJ’lerin de performans sergileyeceği, 5 gün boyunca gece ve gündüz partileri ile büyük bir coşkuyla geçecek SoundClash Dünya Finali’ nde Türkiye’yi temsil etme şansını elde etti.

Gecenin bir diğer heyecanlı anı ise halk oylamasına katılarak sevdiği DJ’ i destekleyen bir kişinin Las Vegas’ a gitme şansı yakalaması oldu. Las Vegas’ a giderek bu muhteşem deneyime ortak olacak kişi Arif Küpeli oldu.

10 Mayıs 2017 Çarşamba

İş Sanat Nâzım Hikmet

İş Sanat, dinleti serisini şiir tutkunlarının en gözde kalemlerinden Nâzım Hikmet ile tamamlıyor. Dünya şairi Nâzım Hikmet’in şiirlerinden kronolojik sıra gözetilerek derlenen Denize Dönmek İstiyorum! başlıklı dinletiyi Atilla Birkiye hazırladı, Mehmet Birkiye sahneye uyguladı. Usta oyuncular Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ve Hakan Gerçek’in sesinden hayat bulacak dizelere Vedat Sakman gitarıyla eşlik edecek. Sakman, kendi şarkılarının yanı sıra bu dinleti için özel olarak bestelediği eserleri de seslendirecek. Serdar Yalçın’ın müzik direktörlüğünü üstlendiği akşama Ayşe Evrim Uluözyurt keman ve akordeonuyla, Zafer Aslan basgitar ve buzukisiyle, Simge Yıldırım da sesiyle renk katacak.

Şiirle müziğin iç içe geçeceği bu dinleti 16 Mayıs 2017, Salı akşamı İş Sanat’ta.
Dinleti ücretsizdir. Yerler numarasız ve salon kapasitesiyle sınırlıdır.

İstanbul’un Sokak Köpekleri sergisi

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, yaz sıcaklarında dört ayaklı dostları ile gezintiye çıkan ziyaretçilerine yeni bir rota sunuyor. Enstitü, kültür sanat dünyasında bir ilki gerçekleştiriyor ve Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri sergisini köpekleri ile birlikte gezmek isteyenlere açıyor.

Küratörlüğünü Ekrem Işın’ın, danışmanlığını Catherine Pinguet’nin üstlendiği Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri sergisi, sokak köpeklerinin, dini, siyasi ve sosyolojik dönüşümlerle değişen serüvenine ışık tutuyor. İstanbul köpeklerinin en az insanlar kadar şehir hayatının toplumsal serüvenine katıldıklarını ifade eden Ekrem Işın, tarih boyunca şehri ziyaret eden Batılı gözlemcilerin, hayvanları bile toplumsallaştıran bu kültürün inceliklerine merakla yaklaştığını vurguluyor.

Serginin danışmanı Catherine Pinguet, hayvan meselesini ciddiye alanlara yöneltilen “Bir hayvan için neden bu kadar lakırdı?” sorusunun, İstanbul sokak köpeklerinin dostu ve koruyucusu olanların çok iyi bildiği sıradan bir yaklaşım olduğunun altını çiziyor. Pinguet, John Berger’in Why Look at Animals? (Niçin Hayvanlara Bakmalı?) başlıklı derleme kitabının insanlara durmak ve bakmak konusunda bir çağrı niteliği taşıdığını belirtiyor ve soruyu şöyle cevaplandırıyor: ‟Çünkü onların özgürlüğü benim özgürlüğümün teminatıdır.”

Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri sergisi, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan süreci, fotoğraflar, seyahatnameler, kartpostallar, dergiler ve gravürler eşliğinde gözler önüne seriyor.

16 Eylül 2017 tarihine kadar açık kalacak sergi, Beyoğlu Tepebaşı’ndaki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde, Pazar günleri hariç her gün 10:00 - 19:00 saatleri arasında ücretsiz gezilebilir.

Tuluyhan Uğurlu Kudüs’ü yazdı

Dünyaca ünlü besteci ve piyanist Tuluyhan Uğurlu, Kudüs’ü yazdı. Ünlü sanatçının 'kadim kentlerin en hüzünlüsü' olarak nitelediği ve Selahaddin Eyyubi’nin aziz hatırasına ithaf ettiği Kudüs yazısı şöyle:

“Aynı bölgenin aynı kültürün kentleri birbirine benzerler… Çoğu zaman birbiriyle karıştırırsınız.
Balkan kentleri aynı coğrafyanın ve birbirine yakın kültürlerin izlerini taşır. Ortadoğu’nun tarihi yapıları, karmaşası, camileri sınırları geçseniz de kentleri birbirine benzer kılar. Ortasından nehir geçen Avrupa şehirleri ilk bakışta sanki birbirinin kopyasıdır. Ancak her şehrin bir rengi, kokusu, her şehrin farklı yeşili, her şehrin farklı bir gökyüzü vardır. Diller gibi mekânlar değişince insanlar da değişir ve her şehir size yeni ve farklı bir şeyler fısıldar…

KADİM KENTLERİN EN HÜZÜNLÜSÜ KUDÜS
Bir de kadim kentler vardır… Kurulduğundan beri stratejisi ile herkesin sahip olmak istediği şehirler… Dünya tarihinin en önemli duraklarını oluşturan, dünya kültürünü yazan ya da etkileyen, uğruna çok kan dökülen, paylaşılamayan şehirler vardır. Yaydığı enerji ile dünyanın inanç, ekonomi, kültür ve bilim merkezi olan şehirler…İstanbul gibi..

Bu kadim kentlerin en hüzünlüsü bana göre Kudüs’tür. Kudüs’ün toprağının harcı kanla karışır, kavga ile yoğrulur… Kudüs bir türlü kendi başına bırakılmaz, ferahlayamaz, ellerini göklere kaldırıp insanlık adına huzur içinde dua edemez… Tüm semavi dinlerin peygamberlerinin, velilerinin, ermişlerinin, bilgelerinin yaşadığı ancak bir türlü sevgiyi, güzelliği yaşayamayan hüzünlü ve umutsuz Kudüs…

MİLYONLARCA İNSAN GERÇEĞİ ARAMAK İÇİN BURAYA KOŞAR
Ezanlar okunur, çanlar çalınır, havralarda ibadet edilir… Dar sokaklarında her dinden, her ırktan insan dolaşır. Dünyanın her bir yanından milyonlarca insan gerçeği aramak için buraya koşar, dualar yükselir ama biri diğerinin duasını duymaz. Biri diğerinin namazını görmez. Kudüs gelenleri rahatça kucaklayamaz, sarıp sarmalayamaz. Her bir taşında iyilik, aşk ve sevgi taşıması gereken bu semavi kent, tarih boyunca yaşadığı savaşları hala yaşar… Hala korku, kuşku ve adalet arayışı içinde umutsuzca yarınlara doğru yol alır.

Hepsi Allah’a inanan üç dinin inananları gelip de gönül rahatlığı içinde ibadetlerini yapamazlar Kudüs’te… Adaleti ile bilinen Hazreti Süleyman’ın Kur’an’ı Kerim’de anlatılan tapınağının kalıntılarının üzerinde 21. yüzyılda hala adaletsizlik kol gezer. “Tanrı sevgidir” diyen Hazreti İsa, daracık merdivenlerle çıkılan uzun bir yoldan sırtında o korkunç yüküyle acı içinde Kudüs’ün tepelerine doğru son yolculuğunu yapar… Bugün Kudüs’te değişen bir şey yoktur. Yine yüzlerce, binlerce insana türlü işkenceler yapılır, evleri yıkılır, çocukları öldürülür, yuvalarına ateş düşer…

TÜM SEMAVİ DİNLERİ KUCAKLAYAN DEVASA TAŞ DUVARLAR
Nedir bu savaş, nedir paylaşılamayan? Oysa “Bütün üIkeIer AIIah’ın üIkeIeri, kuIIar da AIIah’ın kuIIarıdır, bütün yeryüzü Müslümanlar’ın mabedidir” diyen sevgililer sevgilisi Hazreti Muhammed burada Miraç’a yükselmiştir. Ancak insan, yaratılmışların en şereflisi olan insan, gün gelir nasıl da iblis kesilir? Dünyayı kana bular, kâinatı yaşanmaz hale getirir…

Kudüs… Ey Kudüs… Sana bir tepeden bakıyorum… Altın kubbesi ile Kubbet-ül Sahra… Hemen yakınında ağlama duvarı… Kiliseler, havralar… Dudaklarda dualar, gözyaşları ile kılınan namazlar… Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı ve bu kutsal bölgeyi kolları ile sarmalayarak çevreleyen Osmanlı surları… İslam’ın hoşgörüsü ile tüm Semavi dinleri kucaklayan devasa taş duvarlar…

KIZLI ERKEKLİ YAHUDİ GENÇLERİ… DEVASA SİLAHLARI İLE

Surların belirlediği alanın içinde geziyorsunuz… Namaz saatlerinde dar yollardan geçmek daha da zorlaşıyor. Ayağınızla bastığınız yerlere küçük bir örtü ya da bir gazete kâğıdı konulmuş, hiçbir hijyen kuralı tanımayan satıcılar yan yana çeşit çeşit balık, ekmek, türlü otlar satıyorlar… Şekerci dükkânlarına geleneksel şekerlerin yanında jöleli plastiği andıran şekerler karışmış… Her yerde yoğun bir felafel kokusu. Kargaşa, karmaşa, her dil konuşuluyor ancak tüm satıcılar güler yüzlü, bir şeyler satmak için çabalayan insanlar.

Kalabalıkta size gülen “Türkiye, İstanbul” isimleriyle yüzleri aydınlanan insanlar… Bu isimleri söylediğiniz zaman size açılmayan kapı yok. Mutluluk içinde çat pat Türkçe-Arapça-İngilizce sohbetler yapılıyor… Ta ki, uzaktan birileri görününceye kadar:

Birbirinden güzel, kızlı erkekli Yahudi gençleri… Üzerlerinde üniformaları, asık bir çehre ve ellerine yapışmışçasına tuttukları devasa silahları ile hiç beklemediğiniz bir anda önünüzden geçiyorlar. Onlar göründüğü anda yüzler asılıyor, gözlerde kin ve nefret … Birden o dünya güzeli gençler karşınızda bakamayacağınız kadar çirkinleşiyor. İçinizi hüzün kaplıyor…Neyse ki, bir fısıltı geliveriyor kulağınıza:

“Mazlumun bedduasından sakınınız. Onunla Allah arasında perde yoktur”.

İSTANBUL... KEŞKE KUDÜS’ÜN HÜZNÜNÜ...

Kudüs’ten Tel Aviv’e hava limanına doğru yola çıkıyorum. Saat akşamın dokuzu… Farklı ve dev bir hava limanı… Binlerce insan gelsin diye yapılmış ama daha akşam saatinde mağazaların neredeyse tümü kapalı… Issız mekânda Yahudi gençlerinin yoğun sorgusundan geçiyor yolcular.. Türk Hava Yolları uçağına biniyorum.. Uçakta güler yüzlü hostesler… Sanki “Artık evinizdesiniz” diyorlar sevgi ile…

Ve İstanbul semalarındayım. Saat gece yarısını geçiyor… Altımızda İstanbul ışıl ışıl… Hava limanında yoğun bir kalabalık… Alışveriş yapanlar, taksi kuyrukları, gelenleri karşılayan yüzlerce insan… Birden yaşadığınızı hissediyorsunuz.

İstanbul, kadim İstanbul, kutsal İstanbul, dünya başkenti İstanbul…

Tüm inançların kavgasız yaşandığı hoşgörülü İstanbul… Keşke Ortadoğu’daki kardeş kentler de senin kadar şanslı olsalardı. Keşke Kudüs’ün hüznünü, öfkesini ve yalnızlığını o büyük enerjinle sarmalayabilseydin…

Kim bilir, belki bir gün…”